Günlerin uzadığı, hayatın anlaşılmaya başlandığı, kısa mesafelerin uzadığı, yalnızlığın çekilmez olduğu, insanın dar bir alana mahkûm edildiği, meyvenin olgunlaşmaya başlayıp toprağa düşmeye yüz tuttuğu, hastalıkların birbirini kovalandığı, dostların sonbahar yaprakları gibi dökülmeye başlandığı, çileyle dolu bir hayatın kucağına girildiği, bilginin ve erdemin arttığı, derinin kırışıp, dizin tutmadığı, dilin dönmediği, yüreğin incelip hassaslaştığı, buluttan bile nemin kapıldığı, insanların çekilmez olduğu, pişmanlıkların arttığı, zamanında yapılması gerenlerin yapılmamasından dolayı pişmanlıkların arttığı, keşkelerin art arda sıralandığı, fiziksel ve ruhsal değişimlerin görüldüğü, derinin incelip ve esnekliğin yitirildiği; boyun kısalıp, kas kuvvetinin azaldığı kemiklerde kalsiyum kaybına bağlı olarak kemik yoğunluğunun azaldığı, görme ve işitmede problemlerin baş gösterdiği, dert anlatma ve dinlemenin en üst seviyeye çıktığı dönemin adıdır yaşlılık.
Bütün canlıların yaşamında çocukluk, gençlik ve yaşlılık olmak üzere bir ortak evre bulunmaktadır. Yaşlanma süreci anne rahmine düşmesiyle başlar. Zamanında fiziksel açıdan çok değiştiği, saçın ve sakalın beyazlaştığı ve birçok değişimi beraberinde getirdiği bir süreçtir yaşlılık. Hayatın son demi, hüzün ve hazanıdır diyebiliriz. İnsan yaşlandığı vakit sosyal çevreyle büyük bir anlaşmazlık yaşar. Çünkü içinde yaşadığı toplumun değer yargıları ve yaşam biçiminin değişmesi sonucu büyük bir travma yaşar. Kendilerini yenileyebilenler mevcut koşullardan rahatsızlık duymayıp yaşamını mutlu bir şekilde sürdürürken, kabuğunu kıramayanlar ise büyük bir anlaşmazlık yaşayarak hayatı kendilerine ve çevrelerine zehir ederler. Şu da bir gerçek ki yaşlının mesleki yaşamı, sosyal ve kültürel yapısı, gelir gider durumu, yaşadığı coğrafyanın iklim özellikleri, beslenme şekli de onun yaşam standardını etkiler. Toplumumuzun geniş aileden çekirdek aileye evirilmesi sonucu ‘’yaşlılık’’ bireysel ve aileyi bir sorun haline gelmiştir.
Yaşlılık bir tiyatronun sahnesinin son perdesidir. Eğer bu son fasla gelmeden evvel istediği gibi bir hayat yaşamışsa daha rahat ve mutlu bir şekilde perdeyi kapatır; fakat son perdeden önceki hayatı pişmanlıklar deniziyse bu keşkeler suyunda boğulmaya mahkûm olur. Hayat her insana aynı fırsatı sunmaz. Yaşlı insanın perişan, mutsuz, huzursuz ve sürekli sinirli olmasının temelinde hafızasını ve kuvvetini kaybetmiş olmasıdır. Hayatı yaşanmaz hale getiren, anlamsızlaştıran şüphesiz içinde bulunduğu ruhsal bunalımlardır. Kuvvet ve zihin insanın uçmak istediği zaman en önemli kanadıdır. Kanadı kırılmış bir kuşun yuvaya mahkûm edildiğini hayal edin. Kuşu kuş yapan uçmasıyken uçamaması… Yaşlı bir insanın da zevklerden mahrum olması, kuvvetinin elinden alınması, ölüm korkusu, başkalarına yük olmanın verdiği acı onu kendi kabına hapseder. Esaret labirentine sürüklenir. Bu ruh hali genellikle yaşlılığı suçlayıp kendilerini hayatın akışına bırakanlar için geçerlidir. Son nefesine kadar azmeden, gülümseyen, merhamet duygularını besleyen, hayatı olduğu gibi kabul edip, insanları kırmayan, onlara ışık olan, değişime açık, gelişmeleri sürekli takip edenler ise hem kendilerine değer katar hem de tecrübelerinden dolayı çevresine faydalı birer insan var ederler.
Hayatının en verimli yıllarında hafızasını geliştiremeyen, zamanının katili olanlar yaşlandıklarında acınası bir yaşama talip olmak zorunda kalırlar. Zavallı bir yaşlı olmaktansa bilge biri olmayı tercih etmek daha makul değil midir? O da okuyup beyni geliştirmek ve spor yapıp bedeni zinde tutmakla olur. Ayrıca ruhun beslenip güçlenmesi için de en verimli dönemlerinde insanı, hayvanı ve bütün her şeyi sevmek; kin, öfke, hırs, kıskançlık, art niyet gibi insanın ruhunu zehirleyen kötü huylardan arınmakla mümkündür. Yaşamı boyunca kimseyi kırmamış, kimseye kötülüğü dokunmamış, kendisine ve çevresine faydalı bir ömür sürmüş birinin yaşlanınca sıkıntı rüzgârına kapılma ihtimali yoktur. Çünkü yaşlılık ekilenin biçildiği dönemdir. Toprağa attığınız ne ise onu elde etmeniz muhtemeldir; fakat attığımız tohumla birlikte istenmeyen bazı otlar da yeşerecektir. İşte toprağı bu zararlı maddelerden ayıklamak gerekir ki ürün daha bol ve istenilen düzeyde olabilsin. En korkunç şey ve en acı durum bir insanın yaptığı kötülüklerden pişmanlık duymamasıdır. Bu tip insanlar perişan bir hayata razı olmak zoruna kalırlar. Tecrübelerinden de kimse faydalanamaz tabir-i caizse meyvesiz bir ağaç misali faydanın zerresini göremezsiniz. Yaşlı bir bilge ise susuz tarlaya su gibidir, herkese hayat verir, herkes tarafından sevilir, sayılır. Tecrübesini kullanıp bir güneş gibi karanlıkta kalmışlara umut ışığı olur. Çünkü bir kişi yaşlanana kadar birçok evreden geçmiştir. Çok yaşayan, yaşadıklarından ders çıkarabilmişse bir hazinedir. ‘’Başını acemi berbere teslim eden cebinde pamuğu eksik etmez.’’ Bu atasözünden de birçok şeyde tecrübe ve yaşanmışlığın gerekliliğinden söz ediliyor. Bilgi yaşanmışlık ve eylemle birleştiği zaman kalıcı hale gelir ve anlam kazanır. Eyleme ve yaşantıya geçilmeyen bir bilgi yükten başka bir şey değildir. Yaşlılık da bize bilginin nerede, nasıl ve ne zaman kullanılması gerektiğini gösterir. Gençlerin birçoğu yaşlıların tecrübelerinden faydalanmadığı için sıkıntı yaşar. Kuşaklar arasındaki bu anlaşmazlık her iki tarafı da sıkıntıya sokar. Her yaşın kendine özgü yapılması gerekenleri vardır. Her iki taraf da ne yapılması gerektiği ile ilgili kendilerini aydınlatmadığından toplum sıkıntı yaşamakta ve hatalar tekrarlanıp ilerleme kat edilmemektedir. ‘’ bir ileri, iki geri’’ anlayışıyla da toplumun akıbeti hüsrandır.
Yaşlılığın insan üzerinde olumsuz etkisi olduğu kadar olumlu etkisi de inkâr edilemez. Bu olumlu etkilerden biri yaşlılarda heva ve heveslerin azalması ve bitmesidir. Gençlerin başına gelen kötülüklerin çoğu bunlardan geldiğini hepimiz biliyoruz. Heva ve hevesine kapılanların hayatını anlamsızlaştırdığına tanık olmuşsunuzdur. Heva ve hevesler aklın büyüsünü bozduğundan gençler çok büyük çıkmazların içine girmekte ve hayatlarını zora düşürmekle kalmayıp intihar edip yaşamlarına son vermek zoruna kalır. Yaşlılar da ise bu istekler tükendiği için daha olgun, daha mantıklı davranıp önüne çıkan engelleri tecrübeleriyle kolaylıkla bertaraf eder. Buna rağmen insanın ihtimama ve ilgiye en çok ihtiyaç duyduğu zaman dilimi yaşlılıktır. Hepimiz bu duyguyu yaşayacağı için yaşlılara karşı hassas ve saygılı olmalıyız. Bilge yaşlıların tecrübelerinden faydalanıp onların düştüğü hatalara düşmekten kaçınıp yanlışlarından da ders çıkarıp hayatımızı ‘’keşkesiz’’ bir şekilde bitirmeliyiz. Yoksa her şeyi tecrübe edecek kadar uzun değildir. Bundan dolayı yaşılar, bizim hayatımızı olumlu ve faydalı sürdürmemiz için bir fırsattır. Onarı kesinlikle azarlamamalı, onlara tatlı sözler söyleyip merhametle yaklaşmalıyız ki o duruma düştüğümüz vakit birileri de bize aynı tavrı göstersin. Küçüklere nasıl ki şefkat gösteriyoruz, o zaman yaşlılara da saygıda kusur etmemeliyiz ki denge sağlansın. Kimse mağdur olmasın.
Sosyal yapının değişmesiyle dengelerin değiştiği de bir gerçek. Çalışan anne, baba çocuklarını kreşlere göndermek zorunda kalıyor. Bu süreçte çocuğuna yeterince ilgi ve sevgi vermeyince çocuğun duygu dünyası sarsılıyor. Zamanla anne, baba yaşlanınca birilerinin yardımına ve ilgisine ihtiyaç duyuyor. Çocuk da büyüyüp geçim derdine düşünce roller değişiyor. Çocuk anne, babasına zaman ayıramadığından onarı huzurevine göndermek zoruna kalıyor. Bu zamanla birçoğu tarafından kaçınılmaz oluyor. Kreşte büyüyen bir çocukla annesinin kanatları altında ve yüreğinin üstünde büyüyen bir çocuğun hayal, duygu, düş ve his dünyası hiçbir zaman bir olamaz. Merhamet ve sevgi duygusunu kaybeden bir neslin yaşlılarına sahip çıkıp onların tecrübelerinden yararlanmak istemesi mümkün değildir. Gelin olan birinin kaynana ve kayınbabasıyla yaşamak istememesi bunun göstergesidir. Empati becerilerinin gelişmediği budan da anlaşılıyor. Kendisinin de gün gelir aynı duruma düşeceğini idrak edememesi tam bir trajedi. Huzurevine atılan yaşlılar ile torun ve gelinleriyle saygı ve sevgi çerçevesinde yaşayan yaşlıların durumunu siz mukayese edin. Gençler şayet iyi değerlendirirse yaşlılar kendileri için birer anahtarsız hazinedir. Hem doğacak çocuklarının gelişimi için hem aile kavramının tekrar hak ettiği değeri bulması için bu hazinenin değerlendirilmesi şarttır.
Yaşlılarda hem maziyi hem de istikbali görebiliriz. Mazisini ve istikbalini görebilmek en büyük hazine olsa gerek. Yaşlılıkta hayallerin yerini gerçekler alır. Bundan dolayı içinde bulunulan anı ve geleceği gerçekçi bir şekilde planlarsak yaşlanınca acınacak duruma düşmekten kurtuluruz. ‘’gençken bilgi ağacını dikelim ki yaşlandığımızda, gölgesinde barınacak bir yerimiz olsun. (Lord Chesterfield). Yaşlılık kışa benzer, öyle bir kış ki ardından bahar gelmez. Mademki durum böyle gençliğimizin kıymetini bilelim ve gençliğimizi ilimle, iyilikle, güzellikle, sevgiyle, aşkla, insana ve insanlığa faydalı bir şekilde geçirelim ki yaşlandığımızda bu güzel duygular bize de gösterilsin. Şunu da unutmamak gerekir ki ‘’yaşlılık’’ verimsizlik ve faydasızlık dönemi değildir. En iyi yazarlar, şairler ve filozoflar en olgun ve faydalı eserlerini yaşlılık döneminde vermişlerdir. Yaşlılardan istirhamımız çalışmayı bırakmayıp okuyup, üretmeleridir. Çünkü yaşanmışlıklar kelimeyle hayat bularak eserle ölümsüzleşir. Toprağa girmeden yaşayanlara hayat dersi vermeleri için bu şart. ‘’ustalık eserim.’’ Dediği yapıtı Edirne’de, II. Selim adına inşa ettiği Selimiye Camii’dir. Selimiye, tamamlandığında Mimar Sinan seksen üç yaşındaydı ve bundan dolayı ‘’Koca’’ olarak anılıyordu. Ünlü Amerikalı yazar Laura Ingalls Wilder, uzun yıllar kızı Rose’ u kullanarak yarı otobiyografik hikâyeler yazdı. 1932’de ilk kitabı Little House’u çıkardığında atmış beş yaşındaydı. Sonrasındaysa çocuk edebiyatı klasikleri arasına girmeyi başardı. Yaşlıların hayatı asla bırakmamaları kara toprakla buluşana kadar üretmeyi, sevmeyi, gülümsemeyi, azmetmeyi hayatlarının bir parçası haline getirmeyi gerekir.
Bundan sonraki hayatımızda bizim de yaşlıları el üstünde tutmamız gerekir. Otobüslerde onlara yer vermeli; çarşıda, pazarda onara yardım etmeli, bayramlarda ve düğünlerde onları mutlu etmeli, sevindirmeli, onlarla konuşup gönüllerini almalı, tecrübelerinden ders çıkarmalı, isteyenlere kitap okuyup can sıkıntılarını gidermeli, çocuklarla buluşturup mutlu etmeliyiz. Yaşlıları huzurevlerine göndermeyip kendi hanemizde yaşamımıza ortak etmeli, toplumun gelişmesine ve manevi değerlerin dirilmesine katkıda bulunmalıyız. Biz yaşlanınca bize nasıl muamele edilmesini istiyorsak biz de şimdi yaşlılarımıza öyle davranmalıyız. Birlik, beraberlik ve parlak bir gelecek için yaşlılarımıza sahip çıkmalıyız. Yaşlanmadan akıllanmalıyız ki hatalarımızı telafi edebilelim. Olgunlaşmak, gelişmek için yaşlanmak şart değildir. Bunun bilincinde hareket ederek her anımızı iyi değerlendirip kendimize ve insanlığa faydalı olmanın zamanıdır. Yaşlılığımızda rahat etmek ve etrafımızdakileri de geliştirip güçlendirmek için bu şart.